Avrupa Mimarisi

Romanesk

Romanesk üslup, Roma İmparatorluğu’ndan bu yana Batı kültürünün geliştirdiği mimari anlayışın eseridir. Aşağıdaki özellikleri sayesinde bir yapıya bakarak onun Romanesk üslupta olup olmadığını anlayabiliriz. 


  • Romanesk yapıların en büyük özelliklerinden biri geniş bir alan kaplamalarıdır, fakat yükseklik konusunda çok iddialı değillerdir.
  • Çok kalın duvarlara sahiptir. Duvarların, çatının ve kubbenin yükünü desteklemesi için yan cephelere çok kalın payandalar (destekleyiciler) yapılmıştır. 
  • Dış duvarlara payandalar yaslandığı için aşağı kısımlarda pencere bulunmaz. Pencereler genelde yüksek kısımlarda, küçük boyutta fakat çok sayıdadır. 
  • Pencerelerin küçük boyutlu olmasından ve genelde yalnızca üst kısımlarda bulunmasından ötürü güneş ışığının yapının içine girme olanağı sınırlıdır. Bu nedenle içerisi loş ve kasvetli olur. 
  • İçeride ince işlemeler ve süslemeler bulunur. Genelde bunlar soyut figürlerdir ve bakınca çok şey anlamazsınız. Dış cephe süslemeleri ise yok denecek kadar azdır. Dış duvarlar genellikle düzdür. 
  • Romanesk yapılarda tonozlar (kemerler) yuvarlak biçimlidir. Aynı uygulama pencere ve kapı çerçevelerinde de görülür. (görseldeki kapı ve pencere tonozlarına bakınız)
  • Kulelerin yüksekliği fazla değildir.

Gotik

  • Gotik yapılar Romanesk yapıların aksine yatay değil dikey düzlemdedirler. Gotik yapılar geniş bir alana yayılmaz fakat çok yüksek biçimde inşa edilirler. Eskiden çoğu şehirde Gotik katedraller şehrin en yüksek yapılarıydı. Gotik katedraller Romanesk katedrallerle karşılaştırıldıklarında yüksekliklerinin neredeyse iki katı olduğu görülür.
  • Dış duvarlar çok daha incedir. Duvarları desteklemek için Gotik üslupta yeni bir uygulama geliştirilmiştir. Buna uçan payanda deniyor. aşağıdaki resimlerde uçan payanda resimlerine bulabilirsiniz.
  • Payandalar dış duvarlara bitişik olmadığı için Gotik yapılarda pencere ögesi çok sık kullanılır. Yalnızca üst kısımlarda değil aşağı kısımlarda da pencereye rastlanır.
  • Pencereler yüksekçe, devasa boyutlarda, çoğunlukla zengin vitraylarla süslenmiş vaziyettedir. Bu sayede güneş ışığı rahatça içeri girer. İçerisi çok daha aydınlık ve ferahtır.
    Uçan Payendeler
  • İç ve dış süslemeler çok ince bir işçilik ürünüdür. Daha somut, hikâyeler anlatan figürler kullanılır. Öylesine fazla oyma ve kabartma bulunur ki neredeyse İncil’de anlatılan tüm hikâyeler kilisenin iç ve dış duvarlarında bu süslemeler sayesinde betimlenmiştir. Geçmişte, okuryazarlık oranın çok düşük olduğu dönemlerde sıradan halkın İncil’de anlatılan kıssaları daha iyi anlaması için bu yola gidilmiş.
  • Gotik yapıların mimariye getirdiği en büyük yeniliklerden biri de üçgen ve sivri uçlu tonozlar. Bir kilise ya da katedralin yalnızca giriş kapısına bakarak bile Gotik mi Romanesk mi olduğunu anlayabiliriz.
  • Kuleler çok yüksektir. Âdeta göğe ulaşmaya çalışıyormuşçasına uzun kuleler göze çarpar.

Rönesans

Rönesans üslubunun doğduğu yerse İtalya’dır. Romanesk mimarinin kalesi durumunda olan İtalya’da Gotik mimari hiçbir zaman Avrupa’nın geri kalanında olduğu gibi yaygınlık kazanmadı. Bunun yerine 15. yüzyıl mimarları ve sanatçıları arasında başka bir eğilim başladı. Bu sanatçılar eski Roma eserlerini yorumlayıp daha iyi anlama fırsatı buldular ve yaptıkları eserlerde kadim Roma mimarisini ve bu Romanesk üslubu baz aldılar. Bu akım “yeniden doğuş” anlamına gelen Rönesans şeklinde adlandırılmaya başladı. Bu dönemde yapılan eserlerde zengin süslemeler, freskler ve heykeller göze çarpar.

Barok

17. yüzyıla gelindiğindeyse Rönesans mimarisi yerini Barok üsluba bıraktı. Barok kelime anlamı olarak Portekizcede düzensiz, düzgün biçimli olmayan inci anlamına geliyormuş. Bu mimari üslubun da temelinde işte bu düzensizlik yatıyor.
İnce işçilik isteyen, bol kıvrımlı süslemeler bu üslubun en göze çarpan özelliği. Ayrıca çeşitli göz yanıltma yöntemleri kullanarak mekâna ya da yapıya enginlik, derinlik, sonsuzluk izlenimleri verilir. Abartılı hacim ve dekorlar kullanarak her bir saray ya da mabetle âdeta güç gösterisi yapılmıştır. Barok üslupta inşa edilen eserler arasında Versay Sarayı, Santiago de Compostela Katedrali sayılabilir. Barok üslup bizim mimarimize de damgasını vurmuş bir akım. Avrupa’ya kıyasla yaşantımıza ve kültürümüze çok daha geç girmiş olsa da Dolmabahçe Sarayı, Nuruosmaniye ve Lâleli Camileri bizde Barok üslupta inşa edilmiş önemli yapılardır.

Rokoko

Avrupa’da 18. yüzyılın başlarındaysa Barok üslup da eski ışıltısını yitirmeye başladı ve yerini Rokoko’ya bıraktı. Rokoko başlıbaşına yeni bir mimari üslup değil, Barok süsleme şekillerinin çok fantastik bir gelişmesidir. Bu üsluptaki eserlerde simetriye tam bir başkaldırış vardır. Bol kıvrımlı ve gösterişli süslemelerde daha incelik ve teknik ustalık görülür fakat daha az canlı ve kuvvetlidir. Tavan sıvasında narin dallar, zarif çiçek şekilleri, deniz kabukları arasından çıkan seyrek girlandlar halinde neşeli, hareketli bir süs şekli meydana getirirler. İç hacimler, insanın aklını şaşırtacak bir süsleme sanatının ihtişamı içinde parıldar ve kıvılcımlanır.


Kaynaklar

https://hafizacoplugu.wordpress.com/2016/09/24/romanesk-gotik-ve-barok-rokoko-uslup/

Yorumlar